Felsefe – Antik Felsefe

Antik felsefe, MÖ 6. yüzyıldan Roma dönemine kadar uzanan, insanın evreni, bilgiyi, ahlakı ve varoluşu anlamaya yönelik ilk sistemli düşünce mirasıdır. Yunan’da Thales ile başlayan doğa sorgulamaları, Sokrates’in insan merkezli ahlak anlayışı, Platon’un idealar öğretisi ve Aristoteles’in mantık ile sistematik çalışmalarıyla gelişmiştir. Roma’da ise Stoacılık ve Epikürcülük günlük yaşamı yönlendiren öğretiler olarak öne çıkmıştır. Antik felsefe, bugün de insanlığın temel sorularına ışık tutmaya devam eden evrensel bir düşünce kaynağıdır.

Mitlerin Işığında İnsanlığın Yolculuğu

Kadim masallar, semboller ve mitolojik anlatılar yalnızca geçmişin hayal gücü değil, aynı zamanda insanlığın evreni anlama çabasının da en güçlü yansımalarıdır. Bu yolculukta biz, mitleri yeniden okuyarak insanın varoluş hikâyesine ışık tutuyoruz.

Antik Felsefeye Giriş

Bir düşünün; insanın, gökyüzüne ilk kez anlam yüklediği o ânı… Henüz ne bir teleskop ne bir laboratuvar vardı, sadece çıplak göz ve saf merak. İşte o merak, insanın tanrılardan bağımsız düşünmeye cüret ettiği ilk adımıydı. Felsefenin kökü, bu cüretin içinde doğdu. Çünkü felsefe, hiçbir zaman yalnızca bilgi toplamaktan ibaret olmadı; o, insanın kendi varlığını sorgulama cesaretinin bir tezahürüydü. Bir balıkçının denize bakarken sorduğu “Bu sonsuz mavilik nerede biter?” sorusu kadar sahici, bir çobanın yıldızlara bakarken duyduğu hayret kadar içtendi….

Rönesans ve Hümanizm

Bir çağ düşün ki, insanın gözlerini uzun bir uykudan aralarcasına açtığı, karanlıkla aydınlık arasında bir yerde, hem geçmişi hem geleceği aynı anda fark ettiği bir dönemdir. Rönesans, tam olarak bu uyanış anıdır; insanın kendine, doğaya ve evrene yeniden baktığı, Tanrı’nın sonsuzluğundan geri dönüp kendi sonsuzluğunu hatırladığı bir çağ. Bu yeniden doğuşun en derin anlamı, insanın bir kez daha kendini merkeze almasıdır; ama bu kez kibirle değil, bilmek, anlamak, yaratmak arzusuyla. İnsan artık gökyüzünün değil, yeryüzünün varlığıdır…

Helenistik Dönem – Stoacılar

Bir çağ kapanır, bir yenisi başlar. Platon’un idealarına, Aristoteles’in sistemine dayanan klasik felsefe artık kent devletlerinin sarsıldığı, insanın toplumsal değil bireysel varoluşuna döndüğü bir döneme girer.
Helenistik dönem, felsefenin gökyüzünden yere bir kez daha inişidir — ama bu kez bilimin değil, insan ruhunun yeryüzüne. Çünkü artık sorun “evren nedir?” değil, “bu evrende nasıl yaşamalıyım?” sorusudur.
Savaşların, iktidar mücadelelerinin, sürgünlerin, belirsizliğin ortasında insan, kendi iç dünyasına sığınmak…

Aristoteles: Akılla Kurulmuş Bir Evren

Antik Yunan düşüncesinin gökyüzünde üç yıldız vardır: Sokrates, Platon ve Aristoteles. Bu üçlü, insan aklının yönünü belirlemiş, yüzyıllar boyunca felsefenin pusulasını oluşturmuştur. Ama bu yıldızlardan biri, diğerlerinden farklı bir ışıkla parlar: Aristoteles.
Onu farklı kılan şey, yalnızca derin sorular sorması değil, aynı zamanda bu sorulara sistematik, gözleme dayalı ve akılcı cevaplar aramasıdır. Platon’un öğrencisiydi; ama hocasının öğretilerine…

Hypatia: Bilgeliğin Işığıyla Parlayan Kadın

İskenderiye’nin dar sokaklarında, kütüphanesinden yükselen bilgelik kokusunda, bir kadın yürüyordu. Saçlarının üstünde sade bir örtü, elinde parşömen ruloları, gözlerinde sarsılmaz bir ışık vardı. Antik dünyanın erkek egemen koridorlarında, Hypatia yalnızca bir filozof değil, aynı zamanda bir meydan okumaydı.
O, matematiğin kesinliğini, astronominin sonsuzluğunu ve felsefenin sorgulayıcı gücünü bir araya getirdi. Ama onu asıl…

Carl Gustav Jung: Ruhun Derinliklerine Yolculuk

20. yüzyılın en çalkantılı dönemlerinde, insan ruhunu anlamaya çalışan bir bilge yükseldi: Carl Gustav Jung. O, yalnızca bir psikiyatr değildi; aynı zamanda bir kâşifti. Ama onun keşifleri okyanuslarda ya da kıtalarda değil, insan zihninin derinliklerinde gerçekleşti.
Jung için ruh, bir buzdağına benziyordu: Yüzeyde görünen bilinç, aslında bütünün çok küçük bir parçasıydı. Onun asıl ilgilendiği, suyun altında gizlenen devasa yapıydı – bilinçdışı. Ve Jung, bu bilinçdışının…

FELSEFİK SEYYAH’ DA

Geçmişin izlerini takip ederek medeniyetlerin doğuşunu, yükselişini ve çöküşünü inceliyoruz. Arkeolojik bulgular, göçler ve kültürel dönüşümler üzerinden insanlığın ortak hafızasına ışık tutuyoruz.

BİZİ SOSYAL MEDYADA TAKİP ET!

İnsan, kendi varlığını anlamlandırma çabasında sürekli bir arayış içindedir; ne geçmişin gölgesinden tamamen sıyrılabilir ne de geleceğin belirsizliğine körü körüne teslim olabilir. Benim felsefem, bu iki uç arasında sessizce yürüyen, bazen durup bir taşın üzerindeki yosunu inceleyen, bazen de yıldızların yön verdiği yollarda düşüncelere dalan bir seyyahın felsefesidir. İnsanlık tarihi boyunca biriken bilginin, inancın, sezginin ve sanatın izlerini takip ederken aslında kendi iç dünyamın haritasını çizerim. Çünkü insanı anlamak, tüm evreni anlamaya giden en kadim yoldur; ve bu yolun her adımı, hem geçmişe bir saygı hem de geleceğe bir sorumluluktur.